Archives

30 Haziran 2011 Perşembe

ORUÇ BABA

Oruç Baba Türbesi


İstanbul ve Ramazan denince akla ilk gelenlerdendir ve  haber kanallarının olmazsa olmazlardandır Oruç Baba türbesinden canlı bağlantı... Mahşeri bir kalabalık kaplar türbenin sokağını "Oruç Baba'nın yüzü suyu hürmetine Allah'tan ne dilerlerse bir yıl içinde gerçekleşeceğine inanır insanlar. Dileği olanlar yedi ya da on bir kişiden zeytin, sirke veya şeker alarak Ramazanın ilk günü burada açar orucunu. Her yıl görmeye alıştığımız, yüzyıllardır süre gelen bu inancın arkasındaki zatı inceleyeceğiz kim bu Oruç Baba?
 Oruç babanın asıl ismi Mustafa Zekayi'dir. Üsküdar Muhafızı, İbrahim Paşa'nın oğludur Şeyh Mustafa Zekayi Efendi. Halveti tarikatına Şeyhi Hasan Efendi'ye intisap(bağlanarak) ederek uzun bir müddet yanında kalmıştır. Babası İbrahim Paşa'nın vefatından sonra divan kalemi hulefalığını bırakarak tekkeye şeyh olmuştur. Alim, arif, şair Mustafa Zekayi Efendi ümmi Sinan Dergahı şeyhlerinden Gülşeni Şeyhi Ali Efendi'nin vefatından sonra irşat(doğru yolu gösterme) faliyetlerinde bulunmuş ve 1812'de ebedi aleme göç etmiştir.
 Peki nedir Şeyh Mustafa Zekayi Efendi'ye Oruç Baba isimini kazandıran? Bu konuda birkaç rivayet vardır ki onlara değinmek istiyorum. Bunlardan birine göre; Oruç Baba her Ramazan ayının ilk günü Hızır Aleyhisselam ile buluşup orucunu sirke ve zeytinle açarmış.
 Bir başka rivayete göre ise; Oruç Baba'nın, eski zamanlarda yine aynı semtte
Şehr-i İstanbul Facebook Sayfasını

28 Haziran 2011 Salı

İstanbul'un Kurucularını Bünyesinde Barındıran Cami: FATİH CAMİİ

Fatih Camii

Fatih Camii; İstanbul'un yedi tepesinin birinde şehri fetheden İstanbul Sultanı, Fatih Sultan Mehmet Han tarafından yaptırılmıştır.
  Fetihten 9 yıl sonra Fatih Sultan Mehmet kendi adını taşıyan bir cami inşa emrini verir. Mimarı, Sinaüddin Yusuf Bin Abdullah(Atik sinan) olan cami 1470 yılında  tamamlandı. Cami 1509 İstanbul depreminde büyük hasar görmüş ve II. Bayezid döneminde onarılmıştır. 1766 yılında yaşanan bir depremden dolayı harabe haline geldiği için Sultan III. Mustafa1767 ve 1771 yılları arasında camiyi Mimar Mehmed Tahir Ağa'ya tamir ettirdi. Bu nedenle cami orijinal görünümünü kaybetmiştir. Son 
olarak Gölcük depreminde ağır hasar almıştır.


 Caminin tarih öncesine baktığımızda ise caminin bulunduğu tepede I. Constantinus'un tarafından yaptırılan Havariyun Kilisesi vardı. Bu noktada bir garip tesadüfü söylemeden geçemeyeceğim; İstanbul kurucularından olan Constantinus buraya bir kilise yaptırmış ve İstanbul'un son kurucusu Fatih Sultan Mehmet Han'ın da bu tepeyi seçerek cami yaptırması, İstanbul'un kurucuları tarafından buranın dini merkezi açıdan ne kadar önem taşıdığını gösterir. Günümüzde Fatih Camii çevresine baktığımızda hala tarikatların, cemaatlerin varlığını görürüz. Burası bir nevi İstanbul'un muhafazakar kesiminin kalesinin olduğu yerdir. Bir başka ilginç nokta da bu iki büyük komutanında bu tepede ebedi uykuya dalmalarıdır. Fatih cami bir nevi İstanbul'un kurucularını bünyesinde barındaran bir camidir.
Şehr-i İstanbul Facebook Sayfasını

21 Haziran 2011 Salı

Avrupa İle Asya'nın Buluştuğu Nokta: Boğaz Köprüsü

Boğaz Köprüsü


 Son elli yılda İstanbul'a kazandırılan en iyi mimari eser hangisi deseler kuşkusuz "Boğaz Köprüsü" derim. Çünkü son elli yılda yapılmış hiçbir eser Boğaz Köprüsü kadar İstanbul'u ifade eden sembolik değer taşımadı. Tabi bu değeri kazanmasında gerek stratejik gerekse ulaşım ağı için önem taşıması da etkilidir. Ama ben bunların dışında sanki yerini yüz yıllar önce ayırtmış, yerini alması için şartların olgunlaşmasını beklemiş bir mimari eser olarak bakıyorum Boğaz Köprüsü'ne... Kuşkusuz İstanbul'un vazgeçilmez renk cümbüşünün en önemli parçalarından biri.

 Ortaköy ile Beylerbeyi semtleri arasına yapılarak Avrupa ve Asya'ya bağ kuran Boğaz köprüsü 20 Şubat 1970 de başlayan yapımı 30 Ekim 1973'te tamamlanarak zamanın cumhurbaşkanı Fahri Korutürk tarafından görkemli bir açılışla açıldı.
Açılış gününden kareler.
Şehr-i İstanbul Facebook Sayfasını

İstanbul'u 5 Dakikaya Sığdıran Kısa Film

Veysel Gençten'in izleyenlerde hayretlik uyandıran muazzam çalışması. Yaklaşık 150.000 fotoğraf karesinden oluşan çalışmanın müziği Mercan Dede'nin Engewal adlı eseridir.

Şehr-i İstanbul Facebook Sayfasını

40 Yıl Önce İstanbul

Çarşısıyla, pazarıyla, insanıyla 40 yıl öncenin İstanbul'u






Şehr-i İstanbul Facebook Sayfasını

18 Haziran 2011 Cumartesi

İstanbul'un Efsanevi Kızı: KIZ KULESİ

Kız Kulesi


İstanbul silüetinin olmazsa olmazlarındandır Kız Kulesi.. Ve arkasında tarihi yarım adadan yükselen minareler kuleler... İstanbul'un en güzel kızı koruma görevi üstlenmiştir yüzlerce yıl boğazı. Şüphesiz kavuşamayanların, acıların, kızların korkulu düşleri de bu kulededir. Kız Kulesi üzerinde Damalis'in laneti midir bilinmez acı eksik olmamıştır. Birçok hikayesi vardır aslında ama en baştan ele alırsak kulenin akıbetini gizemini belki çözebiliriz. Kız Kulesi hakkında ilk bilgi M.Ö 411 de gelir. Kahraman bir amiralin çok sevdiği karısı Damalis Üsküdar'da vefat eder. Kahraman amiral ölümsüzleştirir aşkını Üsküdar'da ki deniz üzerindeki küçük adacıkta. İmparator Manuel Kommenos tarafından 12.yy bugünkü haline getirilir. En bilindik efsane de bu zamanlarda rivayet edilir. İmparatorun biricik kızı, gencecik yaşında şom ağızlı kahinin uyarısıyla bir hapis hayatına mahkum olur kulede. Kahin, İmparator'a kıznı 18 yaşına girince bir yılanın sokarak öldüreceğini söyler. Baba yüreği bu, çaresi olmadığını bile bile kızı yaptırdığı kuleye yerleştirir, her gün de özel bir kayıkla yiyecek yollar günün birinde bir üzüm veye çiçek sepetinin içinde Kız Kulesi'ne çıkan yılanın sokması üzerine prenses ölür ve rivayet bu ya, kule ismini bu olaydan alır.

 Kule İle İmparator kızlarının bu son buluşmaları olmayacaktır tabi. İstanbul dört bir yandan çevrilip Bizans daracık yarımadaya hapsolduğu zaman, etrafı Osmanlı Venedik ve Cenevizliler ile sarılması üzerine Asya'nın askerlerine karşı İmparatorluğu sağlama almak için  İmparator Kantakuzen biricik kızı Thedora'yı Orhan Gazi ile evlendirir. Şatafatlı bir düğün yapılır. Düğünün ertesi yılı Orhan Gazi, yine Üsküdar kıyılarında görünerek eşi Thedora'nın İstanbul'a babasının yanına gitmesine ve ailesiyle hasret gidermesine izin verir. Rivayet olunur ki bu sırada Bizans İmparatoru Kız Kulesi'ne kadar gelmiş, Orhan Gazi ise adamlarıyla Salacak sahilinde kamp kurmuştur. Thedora sahilden Kızkulesi'ndeki babasının yanına gelmiş: yani baba ile kızın buluştuğu nokta, Kız Kulesi olmuştur. 

Şehr-i İstanbul Facebook Sayfasını

10 Haziran 2011 Cuma

Buz Gibi Bir İstanbul

1954 kışı

1954 kışı


 Biri "İstanbul Boğazı'nın bir zamanlar buzlanma nedeniyle tıkandığını biliyor musun?" dese güler geçeriz. Bırakın karı yağmurun bile zor yağdığı bir şehirde buzlanma nedeniyle boğazın tıkanması biraz hayalperestçe gelir. Takvim yaprakları 24 Ocak 1954'ü gösterdiğinde İstanbul boğazı buzlanma nedeniyle tıkandı. Her şey Tuna nehrinin buz tutmasıyla başladı. Aşırı soğuk nedeniyle parçalanan buz parçaları Karadeniz'i aşarak boğazlara kadar geldi. Birbirine yapışan buz parçalarının oluşturduğu manzara görenleri hem hayranlığı hem de hayrete düşerecek kadar etkiliydi. Uzun zamanın ardından yaşandığı için hayretle karşılansa bile bu. boğaz'da yaşan ilk buz istilası değildi aslında. M.S 401'de Arkadius zamanındaki donma 20 gün sürmüş Haliç ve Boğaziçi'ni baştan sona dondurmuş. Çiçeği burnunda başkentinin boynuzuna(İnek boynuzu, Boğazın antik kaynaklarda geçen adı) mezar sessizliği asmıştı. Asıl 8. Yüzyıl çok ağır geçmiş ve 4 sert kışa sahne olmuştur. 739 yılında bir donma daha olmuştur. 755'teki kışta Karadeniz kıyılarının, bütün Haliç'in, hatta Marmara'nın kuzey kesiminin baştan sona buzlarla kaplandığına dair belgeler var.763 yılında ise  Karadeniz'i kaplayan buzlar koparak Boğaz'a yıyılmış günlerce Boğaz kapalı kalsada bir nevi açılmıştır çünkü halkın hatta hayvanların iki yakayı yürüyerek geçtikleri rivayet edilir. Ancak bu buzlar erimeye başlayınca kayarak Sarayburnu'na kadar gelip surları paramparça ettiği de bir efsane olarak dilden dile gelmiştir.

Şehr-i İstanbul Facebook Sayfasını

İstanbul'un Anadolu'ya Açılan Kapısı: Haydarpaşa

Haydarpaşa Garı

1071'de Malazgirt'de destan yazan Alparslan'la girdiğimiz Anadolu'nun çıkış kapısıdır Haydarpaşa Garı.
Yeşilçam'ın Anadolu ezgilerini trene yükleyip İstanbul'a getirdiği hazinli öykülerin tanıdığıdır bu gar.
"Koskocaman bir binanın önünde başında kasket, elinde bavullarla duran kara yağız bir adam... İki üç adım gerisinde eşi ve çocukları. Maaile öylece kalakalırlar bir süre, hiçbir şey konuşmasalar bile gözlerinden ne kadar şaşkın oldukları ve ne yapacaklarını bilemedikleri anlaşılır hemen. Fonda ise, çoğu zaman yürek burkanbir müzik vardır...." Yeşilçam'da üretilen kim kaç filmde görmüşüzdür be ve benzer sahneleri. Bir dönemin yönetmenlerinin, çektikleri çektikleri filmde Anadolu'dan yola çıkıldığını ve İstanbul'a varıldığını anlatmanın yegane yolu olarak görmesinden midir bilinmez, sinema tarihimizin birçok filminde Haydarpaşa Garı'na ait kareler rastlamak mümkün. Doğrudur aslında; Haydarpaşa, İstanbul'un Andolu'ya açılan kapısı olarak nitelendirilir. 
Bağdat demiryolu hattının başlangıç noktası olması hedeflenerek yapımına 1906 yılında başlanan ve iki yılda tamamlanan bu bina IIISelim'in hizmetindeki paşalardan birinin, Haydar Paşa'nın adını taşır.
Haydarpaşa Garı


iki Alman mimar, Otto Ritter ve Helmuth Conu tarafından projelendirilen garın inşasında Alman ve İtalyan taş ustaları birlikte çalışır.
Birinci Dünya Savaşı'nın hüküm sürdüğü yıllarda silah deposu olarak da hizmet veren Haydarpaşa Garı, bunun bedelini ağır bir şekilde öder. 1917'de düzenlenen sobataj nedeniyle büyük hasarlar alır. Ancak bir süre sonra yaralar sarılır ve bugünkü yakın görünümü kazanır. 
Haydarpaşa Garı


 Günümüze kdar çeşitli restorasyonlardan geçen Haydarpaşa, Özelikle iki yaka arasında (avrupa ve Asya) deniz yolculuğu yapanların bakmadan geçemeyeceği kadar güzel bir mimariye sahiptir. 1970'lerde yanı başındaki denizde meydana gelen bir kaza, garı, güzelliğine güzellik katan vitraylarından yoksun bırakır. Tarih 28 Kasım 2010'u gösterirken İstanbul aşıklarını üzen bir olay Haydarpaşa garının yanışını canlı canlı izleme fırsatı bulurken bir anıların nasılda yanılacağına şahitlik ettiler. Haydarpaşa Gar'ı bu yangında çatısını kaybetsede bu haliyle bile, son derece büyüleyici ve etkileyicidir.
Hatırlamak istemediğimiz bu görüntüler umarım bir daha yaşanmaz...
Şehr-i İstanbul Facebook Sayfasını

8 Haziran 2011 Çarşamba

İstanbul Şairlerinden İstanbul Şiirleri

HAYÂL ŞEHİR (Yahya Kemal Beyatlı)



Git bu mevsimde, gurup vakti, Cihangir'den bak!
Bir zaman kendini karşındaki rü'yâya bırak!
Başkadır çünkü bu akşam bütün akşamlardan;
Güneşin vehmi saraylar yaratır camlardan;
O ilâh isteyip eğlence hayalhânesine,
Çevirir camları birden peri kâşânesine.
Som ateşten bu saraylarla bütün karşı yaka
Benzer üç bin sene evvelki mutantan şarka.
Mestolup içtiği altın şarabın zevkinden,

Elde bir kırmızı kâseyle ufuktan çekilen,
Nice yüz bin senedir şarkın ışık mîmarı
Böyle mâmûr eder ettikçe hayâl Üsküdar'ı.
O ilâhın bütün ilhâmı fakat ânîdir;
Bu ateşten yaratılmış yapılar fânîdir;
Kaybolur hepsi de bir anda kararmakla batı.

Az sürer gerçi fakîr Üsküdar'ın saltanatı;
Esef etmez güneşin şimdi neler yıktığına;
Serviler şehri dalar kendi iç aydınlığına,
Ezelî mağrifetin böyle bir iklîminde
Altının göz boyamaz kalpı kadar hâlisi de.
Halkının hilkati her semtini bir cennet eden
Karşı sâhilde, karanlıkta kalan her tepeden,
Gece, birçok fıkarâ evlerinin lâmbaları
En sahîh aynadan aksettiriyor Üsküdar'ı

Yahya Kemal Beyatlı




Şehr-i İstanbul Facebook Sayfasını

7 Haziran 2011 Salı

Dünyanın Ortası; Mİlyon Taşı

Milyon Taşı (Million Taşı)

Dünyanın ortasına İstanbul'un en eski sakinine uzanalım, İstanbul'la yaşıt ve İstanbul'un tarihine şahitlik yapmış milyonlarca anıyı içinde barındıran taşa Milyon(Million) taşına...


Abdülhak Hamit:
Şu taş cebinime benzer ki ayn-ı makberdir.
Dışı sükut ile zahir, derunu mahşerdir



Der  bakmasını bilenler, bu sakin mermer sütunun içinde kaynayan mahşeri kesik dilleriyle şöylecene fısıldamışlardır ahir zaman ademlerine.
Milyon Taşı (Million Taşı)

 İlngiltere'de Greenwich nasıl şuan dünyada sıfır noktası olarak kabul edilir, Milyon Taşı'da bundan bin yıl önce bu görevi üstüne vazife almaktaydı. Dünyanın çeşitli noktalarına kaç mil uzakta olduğunu belirten, seyyahların uğrak noktasıdır Mil Taşı. İlk örneği Roma'da forumda bulunan Altın Mil Taşı (Golden Milstone) Roma İmparatorluğu Batı ve Doğu olarak ikiye ayrılınca Roma'ya rakip yeni bir şehir... Parıltısıyla, ihtişamıyla rakip oluyor... Doğu Roma'da inşa edilen bu şehir Konstantinopolis(İstanbul) önceleri Roma'dan İstanbul'a uzaklık ölçülürken daha sonraları Milyon Taşı almıştır bu özelliği Altın Mil'den. İstanbul merkez olmuştur dünya alame...  Antik çağda İstanbul2un başlangıç noktasıdır bir nevi İstanbul'a açılan dev kapının başlangıç noktasıdır. Tarihi yarım bu aksdan başlamaz mı en eski kalıntıları zaten; Dikili Taş'ı Ayosofya'sı...
Milyon Taşı (Million Taşı)

 Sultanahmet ve Ayosafya'nın ihtişamı  engeldir aslında insanların Milyon Taşı'ını farketmesine... Ayasofya'nın karşısından Yeniçeri Caddesi'nin Ayasofya'ya dönen sapağında kurumuş bir çeşmenin yanında, ağaçların gölgesinde kalmıştır bu eşsiz zaman taşı.
 Bazı metinlerde bu taşın M.Ö 458 yılında Megara Kralı Byzas(Vizas) tarafından dikilmiş olup şehirdeki en eski eser olduğu söyleniyorsa da Alberct Berger'e göre en fazla şehrin kurucusu olan Konstantin zamanına dayanır. Konstantinopolisin başkent oluşundan kısa süre sonra burada dört sütunlu (tetrapilon) inşa edilmişti. Berger'e göre burada şehrin koruyucu tanrıçası Tykhe'ye ait bir tapınağın varlığından söz ediyor. 
Osmanlı döneminde ise burada küçük bir ahşap yapı inşa edilerek yolcuların gidecekleri güzergahlara tespit etmeleri ve hatta haritasını satın aldıkları bilinir.
Milyon Taşı (Million Taşı)

 Bizans halkı bu taşa günümüzün bakış açısıyla "Taş" deyip geçmemiş bu taşa büyük anlamlar ve afseneler yüklemiştir. Bizanslılar bu taşın dünyanın ortası olduğu inancına öyle sahipir ki Ayasofya'nın ucuna Milyon Taşını  değil, Milyon Taşı'nın ucuna Ayasofya'yı inşa etmişlerdir. Bizans halkının inandığı bir efsaneye göre ise Millium Taşı'ndan ileri hiç bir düşman askeri geçemez, geçmeye çalışırsa gökten inen bir melek tarafından ikiye bölünürdü. Bu yüzden Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u fethi sırasından halk Ayasofya'ya sığınmış Fatih ve ordusunun Milyon Taşı'ndan geçerken ortadan ikiye ayrılmasını beklemiştir.
Osmanlı'da hiç mi anlam yüklenmedi bu tarih şahidi Milyon Taşı'na? Evliya Çelebi'ye bu konuda kulak astığımızda karşımıza başka bir renge, çehreye bürünmüş bir Milyon Taşı selamlar bizi...
 Evliya Çelebi'nin on dördüncü tılsımının bulunduğu taştır bu. Evliya Çelebi'nin renkli dünyası Seyahatname' de Milyon Taşı görüşlerini sade bir dille Mustafa Armağan çevirisiyle dinleyelim.
"Ayasofya'nın güneyinde dört adet mermer beyaz uçlar üzerinde Azrail, İsrafil, Mikail, Cebrail'in tasvirleri İstanbul'un on dördüncü tılsımını oluşturuyordu. bunlar dört yöne bakacak bakacak şekilde dikilmilşlerdi. Yılda bir kere Cebrail tasviri kanatlarını çırpıp haykırsa doğu tarafından bolluk olur. İsrafil tasviri bunu yapsa batıda kıtlığa delalet eder, Mikail tasviri kanat çırpsa ve haykırsa yeni bir asi çıkar, Azrail tasviri aynı hareketi yapsa bütün alemi veba sarar" 
Hz. Muhammet (sav) doğuduğunda Ayasofya'nın kubbesinin çatladığını ve bu taşların ters düz olduğunu söyler Evliya Çelebi kendine has tabiriyle.


İstanbul ruhunu içinde barındıran bu taşı unutmamanız temennisiyle...


Milyon Taşı (Million Taşı)
Milyon Taşı (Million Taşı)

Mustafa Armağan Osmanlı'yı İmparatorluk Yapan Şehir İstanbul esin kaynağı olmuştur.



Şehr-i İstanbul Facebook Sayfasını

6 Haziran 2011 Pazartesi

3 Haziran 2011 Cuma

Mimar Sinan ile Nazım Hikmet'i Buluşturan Cami: HÜSEYİN AĞA CAMİİ

Hüseyin Ağa Camii

Cami İstiklal Caddesi'nde yer almaktadır. Taksim'den İstiklal'e girildiğinde yaklaşık 200 metre aşağısında sağda uzun bir duvarın içerisindeki ağaçlarıyla ilk bakışta bahçeden farkı olmayan fakat kapısındaki yazı göze çarpınca yaşadıklarıyla, şahitlik ettiği olaylarıyla daha doğrusu koca bir tarihiyle ifade 
etmeye başlar camimiz kendini...




1594 yılında Galata Sarayı ağalarından Şeyhülharem Hüseyin Ağa tarafından  yaptırıldığı bilinen camii ilk yapıldığında kubbeli imiş şuan ise düz damlıdır. Zamanla harap olan cami 2. Mahmud tarafından yenilettirilmiştir.


Yangına maruz kalan camiye Suzan Hanım adlı bir hayırsever yeniden can vermiştir. Cami bugünkü şekline 1938'de Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından getirilmiştir.

Taksim'in o yoğun kalabalığına ve gürültüsüne karşı sığınacak bir yer isteyenlerin Mimarların Ustası ve Mısraları Dize Getiren Nazım Hikmet gibi şahsiyetlere kucak açan ve bir o kadar da içine kapanık camimizin minaresi bile bulunduğu mekanın furyasından çekinircesine mütevaziliğinden taviz vermemiş ve kısa kalmıştır.



İstiklal Caddesi'nde pek göze çarpmayan bu cami avlusunda iki büyük değerli şahsiyeti ağırlamış ve kendini ölümsüzleştirmiştir. Öncelikle Mimar Sinan'ın eseri şeref buyurmuşlardır. Cami Mimar Sinan'ın vefatından sonra yapılsa da Koca Sinan'ın mimarisi Kasımpaşa Sinan Paşa Camii yıkılınca, o camiden kalan tek eser olan şadırvan teşrif etmiştir, Ağa Cami'ye.



Yıllar sonra 1921’de Nazım Hikmet'e soluk aldırır camimiz. Mütareke günlerinde Beyoğlu Rumlar tarafından Yunan bayraklarıyla donatıldığını görür ve hüzünlenir... Güzel vatanının Rumlar tarafından istilasına gönlü el vermez atar kendini Ağa Camii avlusuna... Nazım’a açar kollarını bu garip camimiz. Nazım Hikmet’in haykırışı ölümsüzleşir bu avluda...


 Havsalam almıyordu bu hazin hali önce

Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce

Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım;
Allahımın ismini daha çok candan andım.
Ne kadar yabancısın böyle sokaklarda sen!

Böyle sokaklarda ki, anası can verirken,

Işıklı kahvelerde kendi öz evladı var...

Böyle sokaklarda ki, çamurlu kaldırımlar,

En kirlenmiş bayrağın taşıyor gölgesini,
Üstünde aşüfteler yükseltiyor sesini.

Burda bütün gözleri bir siyah el bağlıyor,

Yalnız senin göğsünde büyük ruhun ağlıyor.

Kendi elemim gibi anlıyorum ben bunu,

Anlıyorum bu yerde azap çeken ruhunu


Bu imansız muhitte öyle yalnızsın ki sen

Bir arkadaş bulurdun ruhumu görebilsen!

Ey bu caminin ruhu: Bize mucize göster

Mukaddes huzurunda el bağlamayan bu yer
Bir gün harap olmazsa Türkün kılıç kınıyla,
Baştan başa tutuşsun göklerin yangınıyla!






Son olarak cami içini ihtişama bürüyen hatlar, son büyük hattatlarımızdan İsmail Hakkı Altunbezer'e aittir.



GİDECEK ARKADAŞLARIMIZA KÜÇÜK BİR UYARI !!!

Camide 2011 yılı içerisinde restorasyon çalışmaları hasebiyle pek ibadet yapılmıyor ve yetkililerden edindiğim bilgi kadarıyla ayakkabı hırsızlığı çok oluyormuş. Aman DİKKAT !

Bu mekanı keşfetmem Mustafa Armağan'ın, Osmanlıyı İmparatorluk Yapan Şehir adlı çalışması vesile olmuştur
Şehr-i İstanbul Facebook Sayfasını
 
Copyright 2010 İstanbul