Archives

6 Eylül 2013 Cuma

İstanbul'da Mimar Sinan Şaheseri: SÜLEYMANİYE CAMİİ


Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir,
Onu en çolpa herifler de emin ol becerir.
Sade sen gösteriver 'işte budur kubbe' diye,
İki ırgatla iner şimdi Süleymaniye.
Ama gel kaldıralım dendi mi heyhat o zaman,
Bir Süleyman daha lazım yeniden bir de Sinan.


Mehmet Akif Ersoy 

Süleymaniye Camii başka nasıl anlatılır ki!

   Osmanlı İmparatorluğu'nun cihana nam saldığı, islam sancağının kıtalara yayıldığı, imparatorluğun en ihtişamlı yıllarında Kanuni Sultan Süleyman bu ihtişama yaraşır bir cami arzu eder. Tarih kitaplarından araştırdığıma göre aslında düşündüğü bu yapıt günümüzde Şehzade Camii olarak bildiğimiz camidir. Ancak çok sevdiği Şehzadesi, Hürrem'in göz bebeği Şehzade Mehmet ölünce camiyi onun adına tamamlatır. Ancak içindeki bu özlem dinmiş değildir adına yaraşır, İslam dünyasının güçlü şehri İstanbul'a yaraşır bir cami istemektedir. İşte tam bu zamanlarda 1550

yıllarında bir rüya görür. Rüyasında  Allah Resulü'nu görür ve Süleyman'a camiyi nereye yapacağını, kaç kubbeli olacağını, mihrab, minare nasıl olacak her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatır. Heyacan içinde salavat-ı şerifler getirerek, ağlayarak uyanan Süleyman hemen mimar başının yanına çağırılmasını emreder. Mimar Sinan çok geçmeden yanına gelir. Kanuni gördüğü rüyayı anlatır ve bugünkü Süleymaniye semtine gelinir. Ancak Kanuni bazı ayrıntıları unutmuştur unuttuğu o ayrıntıları Mimar Sinan "Padişahım şurası şöyle olsun mu?" sözleriyle tamamlar. Kanuni şaşırır "Mimar Başı haberli gibisin"  Mimar Sinan: "Sultanım, siz Hz. Peygamber ile yürürken ben hemen arkanızdaydım" der. Mimar başı Sinan fermanın Sultanı aştığının farkındadır ve hemen işe koyulur.

 Süleymaniye Camii'nin gösterildiği tepe ise İstanbul'un yedi tepesinden dördüncüsüdür ve burada dört rakamıyla ilgili ilk sır değildir. Ancak oldukça sivri olan tepe Süleymaniye Külliyesi'ni alacak kadar geniş bir düzlüğü sahip değildir. Mimar Sinan bu sorunu  taraçalandırma yaparak aşar. Her ne kadar o semtin adının Süleymaniye olması Kanuni'nin semte olan yatırımları olsa da efsanelere göre Hz. Süleyman'ın da eşi Şemsiye için burada bir saray yaptırdığı da rivayet edilir. İmaretlerin yapılması için devası bir bütçe gerekmektedir hemen vakıf kurulmuştur. Evliya Çelebi anlattığına göre Süleymaniye için nerde usta, zanaatkar var hepsi toplanmış ayrıca esir ve askerlerde vardır. inşasında 2000-3000 işçi çalıştığı söylenir. Caminin temeli törenlerle, hatimlerle başlamış ve dönemin en önemli din adamı
Şeyhülislam Ebussud Efendi'nin ilk taşı temele koymasıyla inşaat başlamış. Evliya Çelebi caminin temelinin 3 yılda atıldığını ve daha sonra bir yıl beklendiğini söyler. Burada Mimar Sinan dehasını döktürmüştür çünkü temel üzerine yapıyı hemen dikmeyerek temelin oturmasını beklemiştir. Temel, içinde insanın rahatlıkla yürüyeceği ızgara sistemi halinde caminin her yerine su taksim edebilecek haznelere ulaşır. Orta kısımda bu yollara açılan ahşap kapaklı menfezler ısıtma ve soğutma sistemidir aynı zamanda. Yapımından beri onlarca deprem görmesine rağmen hiçbir
hasar almaması da bu sağlam temelin bir kanıtıdır. Caminin uzun yıllar kendisinin gözükmemesi ise İran Şahı'na fırsat doğurmuştur. Evliya Çelebi'nin anlattığına göre İran Şahı sandıklar dolusu mücevheri saraya gönderir ve üzerinde bir mektup "Duydum ki camiyi yaptıracak paranız yokmuş alın bu mecevherleri camiyi bitirin" iki ülke arasındaki islam otoriterliğini alma savaşı burada bir güç gösterisine dönüşmüştür. Kanuni ise vakıfa bağışlanan bu mücevherleri geri gönderemez çünkü onun değil vakfın malıdır. Mecevherleri Mimar Sinan'a teslim eder ve "un ufak yapın inşatta kullanın" der. Toz haline getirilen mücevherler o an yapımına başlanan minarelerin birinin harcına karıştırılır. İşte o minare "Cevahir Minare" diye bilinir. Evliya Çelebi "ne zaman güneş çıksa Cevahir Minare parlar" der. Ancak hangi minaredir bilinmez. Cami iki kareye yakın plan içerisinde birine avlu diğerine cami olacak şekilde yapılmıştır. Cami kubbesi zeminden kubbe üzengisine 45 arşın, kubbe alemine ise 66 arşındır. Bu ebced hesabına göre 45 Adem 66 ise Allah lafsını telafuz eder. Kabeye yakın olan minareler arası 92 arşın ki bu da Muhammet ismini ifade eder. 
   Kubbeye bakacak olursak 32 penceresi vardır ki Mimar Sinan gün ışığı bu camlardan girdiğinde oluşan görüntüyü Azrail as kanatlarına benzetir. Kubbe çok derin anlamlar ifade eder bunlardan ilki "vahdette kesret kesrette vahdet" yani Tek olan Allah'a varıp ondan teferruata dönüşü sembolize eder. Kubbe okunan Kuran- kerimleri ve duaları müminlere aksettirme görevindedir. Allah Resulunu'nun yüce Mevladan aldığı emirleri ümmetine tebliğ etmesini temsil eder. Ancak bütün bunların anlaşılması için iyi bir akustiğe ihtiyaç vardır. Bu noktada Mimar Sinan dehası
orataya çıkar ve kubbenin içine ve köşelerine ağzı içe dönük küpler yerleştirir ve ses dalgalarının geri gönderilmesi muhteşem bir nizam içerisinde gerçekleşir. Mimar Sinan bu noktada çok hassas davranır bu ince akustiği cami ortasına koyduğu nargile fokurtu sesiyle ayarlamaya çalışır ve kubbe çevresine yerleştirdiği işçilerde borular yoluyla bu sesi dinler. Yeri gelir bazı yerleri yıktırıp yeniden yapar Mimar Sinan ancak bu durum dedikodulara da sebebiyet verir. Kanuni'ye Mimar Sinan camiyi yapmaz keyif sürer derler. Kanuni de bir hışımla çıkar cami inşatına gelir. söylenildiği gibi Mimar Sinan caminin ortasına nargile içer gibi söylentiler yayarlar. Kanuni bu duruma karşı sert çıkar ve bir ikindi vakti teftişe gider ancak işin aslını anlaması uzun sürmez Mimar Başını affeder. Nargilenin içinde tömbeki olmadığı ve sadece su olduğu görülür. Kubbeyi ve camiyi süsleyen hüsni hatlar ise Ahmet Karahisarı ve öğrencesi Hasan Çelebi'ye aittir. Renkli camlar ise dönemin başka kıymetli sanatkarı Sarhoş ibrahim' e aittir.
  Mimar sinan eseri  Tezkiretü'l Bünyan'da derki  "Süleymaniye kubbesini dört yekpare sütuna taşıttım. Bunları: Kırmızı granit yekpare olan bu taşları Sinan: İskenderiye(Mısır), Baelbek-Lübnan(Fenike) Kız Taşı, Topkapı Sarayı'ndan getirttim." der. Burada Roma, Fenike ve Mısır medeniyetlerine boy gösterisi yaptığı söylenir. Ayrıca bu dört yek pare taşıda  dört halifeye benzetir ve şu meşhur mısraları dökmüştür buraya
Oldu Kabe bu
         Cami-i Mevcan
Cihar-yar oldu
      Bu dört sütun
 Sinan bu yapıyı yaparken işin ehli insanların yanı sıra en iyi malzemeyi de kullanmıştır. Ak mermeleri Marmara Adası'ndan, yeşil mermerleri Arabistan'dan, Çinileri İzmit'ten getirtmiştir. Bunun yanı sıra Bizans'dan kalma çok sayıda harabeden de sütun, mermer kullanılmıştır. Cami avlusu 28 revak kubbeli sutundan oluşuyor. Avlu ortsında dikdörtgen mermer bir şadırvan yer alıyor. Üç kapıdan girilen avlunun Kuzey yönündeki kapısı oldukça anıtsaldır. Bu kapı Süleymaniye Camii'nin ihtişamının bir göstergesidir.
Dört minaresi vardır. Kubbeye yakın olanlar daha uzun ve üç şerefelidir. Uzak olan ikisi ise daha kısa ve iki şerefelidir. Bu görüntü camiye piremidel bir hava vermiştir. Ayrıca dört minare olması Kanuni'in İstanbul fethinden sonra 4. sultan olması 10 şerefeli olması Osmanlı'nın 10. padişahı olmasını işaret eder.
 Caminin güney tarafında ise Kanuni ve çok sevdiği eşi Hürrem'in türbeleri bulunur. 
Mimar Sinan Süleymaniye Camii çok ince ayrıntısına kadar düşünmüştür. Kandillerin arasına Afrika'dan getirilen yaklaşık 300 adet devekuşu yumurtası koymuştur. Bunun sırrı ise kandil aralarına örümceğin ağ yapmamasıdır. Evliya Çelebi Süleymaniye Camii'de 20 bin kandil olduğunu söyler o kadar kandil var mıdır bilinmez ama bu kandillerin isi nereye gider. Ahmet Karahisarı'nın gözünün ferini alan o hat harikalarına sinmez mi? Mimar Sinan yine dehasını konuşturur ve içerde öyle bir hava sirkülasyonu sağlar ki bu isler is
odası denilen ve tam kıbleye bakan kapının üzerinde üç kemerli bir kısım vardır burada dört adet menfez vardır buradan girerek odada toplanır. Zamanla bu odanın duvarları zift, katran bağlamış gibi olur. Sonra bu tabaka duvarlardan kazınır ve çeşitli işlemlerden geçtikten sonra dünyanın en iyi mürekkebi denilen mürekkeb elde edilir. Bu mürekkeble ise Kuran- Kerimler yazılmıştır. Koca Sinan'ın dehasına şaşmamak elde değil günümüzde camiler klimalarla içeriyi
serinletemzken Mimar Sinan aklıyla yazın serin kışın sıcak bir ortam oluşturmuştur. Öyle ki yazın kavurucu sıcağında gittiğimde içeride üşüyecek kadar serinlik kışın ise terleyecek kadar bir sıcak ortamı vardır.
  Mimar Sinan kılı kırk yararak yapmaya çalıştığı Süleymaniye Camii başlangıcından yedi yıl geçtikten sonra hala tamamlanamaz ve dedikoducu kesim tekrar iş başına geçer ve Kanuni'ye Sinan camiyi yapmaz başka işlerle oyalanır ve seni oyalar hatta kubbe çökmek üzeredir gibi iftiralar atarlar. Kanuni dayanamaz ve cami inşatını teftişe gelir. Gecikmeden duyduğu rahatsızlığı şu sözlerle dile getirir. "Neden benim camim ile ilgilenmeyip zamanını önemsiz işlerle harcarsın! Atam Sultan Mehmet Han'ın mimarı da sana örnek olarak yetmez mi?" Kanuni böylece hem adaşı hem meslektaşı olan Atik Sinan'a gönderme yapmıştır. Fatih Sultan Mehmet, Fatih Camii kubbesini dilediği kadar yüksek tutmadığı için ellerini bileklerinden kestirmiştir.
Koca Sinan ise "Saadetli padişahımın devletlerinde iki ayda tamam olur inşallah" der. Kanuni bu söze pek itibar etmez ve " iki ayda tamam olmasın görüşürüz" der. Saray içinde Mimar Sinan'ın bu olaydan sonra aklını kaçırdığı, cinnet geçirdiği gibi söylentiler yayılır. Ancak büyük bir tevekkülle kendine inanan Sinan gece gündüz demeden uğraşır ve iki ayda camiyi tamamlar. Mimar Sinan eseri Tezkiretü'l Bünyan'da bu hadiseden bahseder ve Kanuni'ye burada içerlediğini söyler. Kanuni başarısından ötürü cami açma şerefini Sinan'a verir ve anahtarı Sinan'a uzatır. İslam dünyasının en görkemli eserlerini ortaya koyan Sinan öyle mütavazidir ki bu daveti affını dileyerek reddeder ve Sultanıım Ahmet Karahisarı bu muhteşem hatlar için gözlerini feda etti son hattın son harfinde gözünün feri söndü ağma kaldı bu şeref onundur der. Süleymaniye Külliyesi; cami, hamam, darül kura, darül şifa, imaret, medreseler ve türbeden oluşur. 275 çalışanı ile hizmete açılmıştır. 10 şerefeden yıllarca ezanlar okunmuştur. İslam kültürünün bir parçası
haline gelmiştir.  Mimar Sinan ustalık eserim dediği ve İstanbul'un en görkemli camisi bu şekilde hizmete girdi. Bu noktada yanlış bilinen bir şeye deyineceğim herkes bu caminin kalfalık eseri olduğunu Selimiye'nin ustalık eseri olduğunu söyler. Hayır Mimar Sinan Tezkiretü'l Bünyan'da Şehzade Cami kalfalık Süleymaniye ustalık Selimiye ise bütün birikimini ustalığının zirvesini yaptğını söyler. 
Mimar Sinan bu şaheserine bir imza atmaz ve
Kanuni'nin Türbeni buraya yapalım teklifini geri çevirir Süleymaniyenin gölgesine mütavazi bir mezarda derin uykusunu çekilir. Öyleki burası Süleymaniye Külliyesine havadan bakıldığında sağ alt köşede olduğu görülür. Tablolarda olduğu gibi Sinan en sevdiği eserine kendi imzasını bu şekil atmıştır.
 Bir mimarlık harikası olan ve İstanbul silüetnin simgesi olan Süleymaniye Camii ve Külliyesi islami dünyası için çok öenm arz eder islam biliminin, islamiyetin zirvesini temsil eder. Çünkü en büyük kubbe Ayasofya'nındır ve                                              hristiyan kesimin övündüğü bir yapıdır.
 Süleymaniye ise şimdi o eski günlerini tekrar aramakta insanların müze ziyareti değilde bir yaşam alanı içerisinde Süleymaniye'ye gelmesini bekliyor.

  Yazan ve fotoğraflar: Fevzi Telli  
 not:fotoğraflar ve yazı izin alındığı takdirde kullanılabilir.Daha fazla Süleymaniye fotoğrafları aşağıdaki albümdedir.

Süleymaniye Fotoğrafları 




 Son sözü ise Yahya Kemal'e bırakalım.


                               SÜLEYMANİYE'DE BİR BAYRAM SABAHI


Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye'de
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.
Gecenin bitmeğe yüz tuttuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanad, yerde ayak sesleridir.
Bir geliş var!.. Ne mübarek, ne garib alem bu!..
Hava boydan boya binlerce hayaletle dolu...
Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;
O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.
Bu sukünette karıştıkca karanlıkla ışık
Yürüyor, durmadan, insan ve hayalet karışık;
Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,
Giriyor, birbiri ardınca, ilahi yapıya.
Tanrının mabedi her bir tarafından doluyor,
Bu saatlerde Süleymaniye tarih oluyor. 
Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı
Adamış sevdiği Allah'ına bir böyle yapı.
En güzel mabedi olsun diye en son dinin
Budur öz şekli hayal ettiği mimarının.
Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,
Seçmiş İstanbul'un ufkunda bu kudsi tepeyi;
Taşımış harcını gazileri, serdarıyle,
Taşı yenmiş nice bin işcisi, mimarıyle.
Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne,
Uhrevi bir kapı açmiş buradan gökyüzüne,
Taa ki geçsin ezeli rahmete ruh orduları.. 
Bir neferdir bu zafer mabedinin mimari.
Ulu mabed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir varisin olmakla bügün mağrurum;
Bir zaman hendeseden abide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhura bakarken şimdi,
Senelerden beri ru'yada görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim.
Dili bir, gönlü bir, imanı bir insan yığını
Görüyor varliğının bir yere toplandığını;
Büyük Allah'ı anarken bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı Tekbir oluyor tek bir ses;
Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi,
Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi! 
Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri
Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbir'i
Ne kadar saf idi siması bu mu'min neferin!
Kimdi? Banisi mi, mimarı mı ulvi eserin?
Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu
Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu,
Yüzü dünyada yiğit yüzlerinin en güzeli,
Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli;
Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz
Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz;
Vatanın hem yaşıyan varisi hem sahibi o,
Görünür halka bu günlerde teselli gibi o,
Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde,
Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde. 
Karşı dağlarda tutuşmus gibi gül bahçeleri,
Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.
Gökte top sesleri var, belli, derinden derine;
Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.
Çok yakından mı bu sesler, cok uzaklardan mı?
Üsküdar'dan mı? Hisar'dan mı? Kavaklar'dan mı?
Bursa'dan, Konya'dan, İzmir'den, uzaktan uzağa,
Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa;
Şimdi her merhaleden, taa Beyazıd'dan, Van'dan,
Aynı top sesleri birbir geliyor her yandan.
Ne kadar duygulu, engin ve mübarek bu seher!
Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,
Dinliyor hepsi büyük hatıralar rüzgarını,
Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını. 
Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?
Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:
Kosva'dan, Niğbolu'dan, Varna'dan, İstanbul'dan..
Anıyor her biri bir vak'ayı heybetle bu an;
Belgrad'dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar'dan mı?
Son hudutlarda yücelmiş sıra-dağlardan mı? 
Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..
Adalar'dan mı? Tunus'dan mı, Cezayir'den mi?
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pare gemi
Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor;
O mübarek gemiler hangi seherden geliyor? 
Ulu mabedde karıştım vatanın birliğine.
Çok sükür Tanrıya, gördüm, bu saatlerde yine
Yaşıyanlarla beraber bulunan ervahı. 

Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.
Şehr-i İstanbul Facebook Sayfasını
 
Copyright 2010 İstanbul